O sabah, ben de herkes gibi sıradan bir güne uyandım. Telefonumu elime aldığımda ülkenin kan ağladığını gördüm. Kahramanmaraş, Hatay, Malatya, Adıyaman, Gaziantep… Deprem, sayısız şehri harabeye çevirmişti. O an hissettiğim çaresizliği tarif etmek zor.
Derken telefonum çaldı. Arayan, Huzur Gönül Dostları ekibimizden Zülfikar abiydi. Sesinde aciliyet vardı:
“Melih, acil gel! Deprem oldu, millet perişan halde, yardım göndereceğiz.”
Düşünecek vakit yoktu. Evde ne varsa topladım, gıda, kıyafet, oyuncak, abur cubur… Her ne bulduysam aldım. Marketlerden kartonlar topladık, koli koli yardım paketledik. O süreçte günlerce durmadan çalıştık. 17 Şubat’a kadar elimden gelen her şeyi yaptım. Ama içimde hep bir his vardı: Yetmiyordu. O enkazın başında olmalı, insanlara bizzat yardım etmeliydim…
14 Şubat’ta Huzur Gönül Dostları ekibiyle birlikte Malatya’nın Kadiruşağı köyüne yardımları ulaştırmak için yola çıktık. Depremin merkezlerinden biri olan bu bölgede gördüklerimiz, kelimelerle tarif edilemeyecek kadar kötüydü.
Köylülerin evleri yıkılmış, hayvanları telef olmuş, hayatları paramparça olmuştu. Ancak orada fark ettiğimiz en önemli şey, devletin ulaşmadığı hiçbir yerin olmadığıydı. Yalnızca yardım malzemeleri, yoğun kış şartları ve ihtiyaçların fazlalığı nedeniyle her bölgeye tam anlamıyla yetiştirilememişti. Kadiruşağı köyü de bu eksiklerden nasibini almıştı. Devletten sonra oraya ilk ulaşan bizdik. Onların gözlerindeki minnettarlığı görmek, her şeyin ötesinde bir duygu yaşattı bize.
Ama bu felaketin etkileri sadece burada bitmiyordu…
Daha sonra gönüllü olarak Hatay’a gittim. Orada görevliydim ama yaşadıklarımı anlatmak bile zor.
Şehre vardığımda ilk hissettiğim şey ölüm kokusuydu. Çamur, kir, pas ve enkaz altından gelen kesif koku… O kokuyu bir kez duyan asla unutamaz. İnsanların yüzlerindeki derin acı, çaresizlik, umutsuzluk… Göz göze geldiğim her insan, yıkılmış bir hayatın hikâyesini anlatıyordu.
Binalar yerle bir olmuştu. Göz alabildiğine moloz yığınları vardı. Ve o yıkıntılar arasında dolaşırken anladım ki, birilerinin ihmalleri, binlerce insanın hayatına mal olmuştu.
O gün, 18 Şubat’tı. Benim doğum günüm…
Normalde sevdiklerimle kutlamam gereken bir günü, bir felaketin tam ortasında geçiriyordum. Ama o an, kutlamanın, hediyelerin, pastaların hiçbir anlamı yoktu. Çünkü o gün, doğum günüme sevinemedim. Tam tersine, hayatta olmanın ne kadar büyük bir şans olduğunu derinden hissettim. Enkazdan çıkarılan her can, en büyük armağandı. O gün, bir yaş daha büyüdüğümü değil, hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim.
Oradayken bir artçı sarsıntı yaşamak kaçınılmazdı ama 6.4 büyüklüğünde bir depremi tekrar yaşamak, korkunun ne demek olduğunu bana öğretti. Gözlerimin önünde sallanan binalar, panikle kaçışan insanlar… Sanki depremin ilk ağnına geri dönmüştüm. O şehirde geçirdiğim yedi gün boyunca her an tetikteydim. Fiziksel yorgunluk bir yana, ruhen de tükenmiştim. Ama en acısı, o insanların gözlerindeki umutsuzluktu.
Görevim bittiğinde Eskişehir’e döndüm. Ama ben eski ben değildim.
Sokaklarda yürürken gözlerim sürekli binalara takılıyordu. Her bina bana yıkık gibi görünüyordu. Sanki her an çökecekmiş gibi bir korku içindeydim. O an anladım ki deprem sadece yerin altını değil, insanın ruhunu da sarsıyordu. Yaklaşık bir ay boyunca bu psikolojiden çıkamadım. Ama bu süreç bana hayatın ve sahip olduklarımızın kıymetini öğretti.
Ve o zaman kendime sordum: Bu felaketten ne öğrendik…
Hayatın koşturmacası içinde çoğu zaman elimizdekilerin kıymetini yeterince fark edemiyoruz. Oysa deprem bölgesinde yaşananlar, bir lokma ekmeğin, bir damla suyun, sıcak bir yuvanın ne kadar değerli olduğunu bize acı bir şekilde hatırlattı.
Özgürce dolaşabilmek, evinde güvenle uyuyabilmek bile büyük bir nimetmiş.
Ama bir gerçek daha vardı:
Deprem öldürmez. bina öldürür.
Bu bilinçle hemen ailemle yaşadığım evin deprem testlerini yaptırdım. Mobilyalarımızı sabitledik, deprem çantası hazırladık. Çadır, ocak, sandalye, acil durum malzemeleri… Ne gerekiyorsa tamamladık.
Çünkü “Bugün olmaz” demek, yarın enkaz altında kalmak demekti.
“Bu yazıyı kaleme alan Melih Şahin, 6 Şubat depremlerinde gönüllü olarak görev almış, çeşitli bölgelere ekip arkadaşlarıyla birlikte yardım ulaştırmış ve depremzedelerin yanında olmuştur. Sahada edindiği deneyimleri ve gözlemlerini paylaşarak, toplumda deprem bilinci oluşturmayı ve insanları önlem almaya teşvik etmeyi amaçlamaktadır.”