Türk sinemasının ‘Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney
Türk sinemasında “Çirkin Kral” olarak anılan, oyuncu, yönetmen ve senarist Yılmaz Güney’in, vefatının üzerinden 38 yıl geçti.
İSTANBUL (AA) – Asıl adı Yılmaz Pütün olan sanatçı, Hamit ve Güllü Pütün çiftinin çocuğu olarak 1937’de Adana’nın Yenice köyünde dünyaya geldi.
İlk ve orta öğrenimini Adana’da tamamlayan sanatçı, harçlığını çıkarmak üzere, henüz 13 yaşındayken bisikletiyle sinemalara 16 milimetrelik film bobinleri taşıdı, sırtındaki panoda, film afişlerini sergileyerek sinemaya ilk adımını attı.
Ardında çok sayıda unutulmaz eser bırakan Güney, verdiği bir röportajda çocukluk yıllarına ilişkin şu bilgileri vermişti:
“Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiye’de, bir güney şehri olan Adana’nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti.”
Atıf Yılmaz’ın asistanlığını yaptı
Yılmaz Güney, And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı. Sanatçının edebiyata ilgisi sinemaya yönelmesinde en önemli sebeplerden biri oldu.
Lise yıllarında çıkardığı “Doruk” adlı sanat dergisinde hikayeler de kaleme alan sanatçıya, yazdığı bir hikayeden dolayı 1955’te dava açıldı.
Sanatçı, Yaşar Kemal aracılığıyla Yeşilçam’ın usta yönetmenlerinden Atıf Yılmaz’la tanışarak, bir süre onun asistanlığını yaptı. “Yeni Ufuklar”, “Onüç”, “Pazar Postası” ve “Bir” dergilerinde de yazıları çıkan Güney, 18 yaşındayken kaleme aldığı “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1,5 yıl hapis cezası aldı.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine 1956’da giren Güney, 1957’de ayrılarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine kayıt oldu. Güney, yaptığı bir açıklamada, eğitimine devam edememesini şu sözlerle aktarmıştı:
“1957 yılında İstanbul’a, İktisat Fakültesinde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955’ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta 7,5 yıl ağır hapis ve 2,5 yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu. Yeniden görülen mahkeme sonucu cezam 1,5 yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığıyla eğitmekti. Öyle yaptım.”
“Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmleriyle ilk kez beyazperdede yer aldı
Yılmaz Güney, 1959’da senaryosunu kendisinin kaleme aldığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Bu Vatanın Çocukları” ve “Alageyik” filmleriyle ilk kez profesyonel anlamda oyunculuk yaptı. Bu filmlerin ardından “Güney” soyadını kullanmaya başlayan sanatçı, 1961’de Atıf Yılmaz’ın “Tatlı Bela” film setinde yönetmen yardımcılığı yaparken tutuklandı. Sanatçı, 1962’ye kadar cezaevinde kaldı, 6 ay Konya’ya sürgün edildi.
Sinemaya 1963’te yeniden dönen Güney, ağırlıklı olarak macera filmleri çekti. “İkisi de Cesurdu” adlı 1963 yapımı filmle seyirci karşısına çıkan sanatçı, senaryosunu yazdığı ve başrolünü oynadığı filmde, “kabadayı” karakterini oynadı. Filmlerinde haksızlığa uğrayan bir Anadolu çocuğunun isyanını işleyen Güney, Çirkin Kral olarak anılmaya başladı.
Güney, 1964’te “Kamalı Zeybek” filminin çekimleri sırasında tanıştığı oyuncu Nebahat Çehre ile 1967’de evlendi.
Yönetmenliğini Lütfi Akad’ın yaptığı 1967 yapımı “Hudutların Kanunu” filmindeki rolüyle, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” seçilen sanatçı, “Kahreden Kurşun”, “Ben Öldükçe Yaşarım”, “Kızılırmak”, “Karakoyun”, “İnce Cumali”, “Çirkin Kral”, “Seyit Han”, “Toprağın Gelini”, “Aç Kurtlar”, “Zeyno”, “Acı”, “Vurguncular”, “Baba” ve “Ağıt”ın da aralarında bulunduğu yüzü aşkın filmde yönetmen, senarist ve oyuncu olarak yer aldı.
Sanatçı, 1968’de Güney Film Yapım’ı kurdu ve aynı dönem çıkarmaya başladığı “Güney” dergisinde sinema ve sanatla ilgili görüşlerini, şiir ve öykülerini yayınladı.
Vatani görevini 1968-1970’te tamamlayan Güney, 1970 yapımı “Umut” filminde, senarist, yönetmen, yapımcı ve başrol oyuncusu olarak yer aldı. Sanatçı, define bulmak umuduyla bir hocanın peşinde tüm hayatını harcayan yoksul at arabacısı “Cabbar” karakteriyle sinemada büyük yankı uyandırdı. Umut, Adana Altın Koza Film Festivali’nden 6 ödülle dönerek, Türk sinema tarihinde bir dönüm noktası oldu.
Sinema tekniği, dili ve politik yönü ile Yılmaz Güney’in diğer filmlerinden ayrılan “Umut”, daha sonra çekilecek siyasi filmlerin de öncüsü oldu. Yapım, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden “En İyi Erkek Oyuncu” ve Grenoble Film Festivali’nden ise “Seçici Kurul Özel Ödülü”nü kazandı. Sansür Kurulu tarafından yasaklanan film, 2015’te “47. Sinema Yazarları Derneği Türk Sineması Ödül Töreni”nde, yüzyılın en iyi 10 Türk filmi arasında ilk sırada yer aldı.
“Boynu Bükük Öldüler” romanıyla “Orhan Kemal Roman Ödülü”nü aldı
Güney, yaklaşık 1,5 yıl evli kaldığı Nebahat Çehre’den 1968’de boşandıktan sonra 1970’te Jale Fatma Süleymangil’le evlendi. Çift, dünyaya gelen çocuklarına Remzi Yılmaz adını verdi. “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanıyla 1972’de Orhan Kemal Roman Ödülü’nü alan sanatçı, çocukluğunu anlattığı karaktere oğlunun adını verdi. Sanatçının ayrıca Elif Güney adında biri kızı daha oldu.
12 Mart muhtırasının ardından yeniden tutuklanan sanatçı, bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılarak 3 ay Nevşehir’e sürgün edildi. Güney, 1972’de yeniden gözaltına alınarak, 10 yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 1974’te genel afla serbest kalan sanatçı, aynı yıl, yönetmen, yapımcı, senarist ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı “Arkadaş” filmini tamamladı.
Aynı yıl bir cinayet olayına adı karışan sanatçı, yeniden hapse girdi.
Cezaevinde kaldığı süreçte eşine yazdığı mektupları, “Selimiye Mektupları” adlı kitapta topladı.
1981 yapımı “Yol” filmi, Cannes Film Festivali’nden “Altın Palmiye” ödülüyle ayrıldı
Yılmaz Güney’in cezaevindeyken senaryosunu kaleme aldığı “Sürü” filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Senaryosunu Güney’in yazdığı, yönetmenliğini Şerif Gören’in üstlendiği 1981 yapımı “Yol” filmi, 1982’de Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” ödülüne layık görüldü.
1982’de Türk vatandaşlığından çıkarılan sanatçı, Fransa’da 1983’te çektiği “Duvar” filmiyle 1984’te Cannes Film Festivali “Jüri Özel Ödülü”ne aday gösterildi.
Türk sinemasının dünyaya açılmasında önemli bir yeri olan, eserleriyle yurt içinde ve dışında çok sayıda ödül alan Güney, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde senarist olarak yer aldı.
Yılmaz Güney, mide kanseri sebebiyle 9 Eylül 1984’te Fransa’da hayata veda etti ve Paris’te Pere Lachaise Mezarlığı’na defnedildi.
Muhabir: Hilal Uştuk