AB destekli iklim değişikliğine uyumun güçlendirilmesi projesi
Ankara Üniversitesi Su Yönetimi Enstitüsü, Avrupa Birliği (AB) ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen proje ile şehirlerde su ve atık su sektörlerinin iklim değişikliğine karşı kırılganlıklarını tespit edecek. Proje yürütücüsü Prof. Dr. Gökşen Çapar, Deniz seviyesinin yükselmesi, su stresi, taşkın riski gibi çeşitli iklim riskleri altındaki illerimizde çalışmalar yapacağız dedi.
AB ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen, faydalanıcı kurumun Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olduğu, ‘Kentsel Su Direnci Yaklaşımıyla Türkiye’deki Şehirlerde İklim Değişikliğine Uyumun Güçlendirilmesi’ projesi, Ankara Üniversitesi Su Yönetimi Enstitüsü tarafından yürütülecek. Proje ile yerel yönetimlerin iklim değişikliğine uyumları, ‘su’ özelinde değerlendirilecek. 18 ay sürecek projede; iklim risklerine göre taşkın, kuraklık, deniz seviyesi yükselmesi ve su kıtlığı kategorilerinde 8 şehir tespit edilecek. Bu şehirlerde su ve atık su sektörlerinin iklim değişikliğine karşı kırılganlıklarını belirlemek için göstergeler oluşturulacak. Seçilen belediyeler ile çalışma yapılarak iklim riskleri/kırılganlıkları ortaya konacak, belediye personeline eğitimler verilecek.
‘TÜM BELEDİYELER FAYDALANACAK’
Proje yürütücüsü Prof. Dr. Gökşen Çapar, “Projemiz, Türkiye’nin AB adaylık sürecinde aldığı ‘AB Çevre ve İklim Eylemleri Sektör Operasyonel Programı’ (IPA-II) destekleri kapsamında bir proje. Deniz seviyesinin yükselmesi, su stresi, taşkın riski gibi çeşitli iklim riskleri altındaki illerimizde çalışmalar yapacağız. Çeşitli göstergeler üzerinden veri toplayarak belediyelerin iklim değişikliğine uyum eylem planlarını su başlığı altında nasıl iyileştirebileceğimizi tespit edeceğiz. İlk etapta küçük bir belediye grubuyla çalışacağız; ama bunu 25 ile yayacağız. Web tabanlı bir yazılım geliştirilecek ve belediyelerin kendilerini değerlendirmeleri sağlanacak. Proje, 2025 Haziran gibi bittiğinde yazılım bir süre açık kalacak ve 81 ilimizin tüm belediyeleri girip, kendilerini değerlendirebilecek” dedi.
‘SU STRESİ ÇEKEN BİR ÜLKEYİZ’
Şu anda iklim değişikliği ile suyun hem dünyada hem de Türkiye’de gündemde, en üst sıralarda yer alan bir konu olduğuna işaret eden Prof. Dr. Çapar, “İklim krizi, bir su krizidir diyoruz. Ülkemiz dünyadaki ülkelerle kıyaslandığında su zengini olan bir ülke değil. Hepimizin bunu tekrar tekrar hatırlaması gerekiyor. Su stresi çeken bir ülkeyiz. Yıllık su potansiyelimiz, 112 milyar metreküp, hatta bunun daha da azaldığı rapor edildi. Giderek artan bir nüfus karşısında kişi başına düşen su potansiyelimiz, şu an yıllık bin 300 metreküp; bu bizim su stresi çeken bir ülke olduğumuzu gösteriyor. 2030 yılına kadar nüfusumuzun 100 milyona ulaşması bekleniyor. Basit bir hesapla kişi başına daha az su düşeceğini hesaplayabilirsiniz. Binin altına düştüğünde de su fakiri bir ülke konumuna geleceğiz” diye konuştu.
‘KAYIP KAÇAKLARI AZALMALI’
Türkiye’nin su potansiyelinin ve kaynaklarının yüzde 77’sini tarım için kullandığını aktaran Prof. Dr. Çapar, “Geriye kalan oran da evsel ve endüstriyel kullanım için paylaştırılıyor. Bu bahsettiğim potansiyelin yarısından fazlasını, şu anda kullanıyoruz. Giderek bu ortan artacak, potansiyelin tamamına ulaşacağız. Daha fazla alanı sulamaya açmak istiyoruz. Çünkü gıda güvencemiz açısından önemli. Kentlerde giderek daha fazla insan yaşıyor. Dünyada da öyle. Son 50 yıldır çok fazla kırsaldan kente göç yaşandı. Suyun iletilmesinde maalesef ülkemizde hala kayıp kaçaklar düşük oranda değil. Çok hızlı bir şekilde yerel yönetimlere düşen görevlerden biri de bu kayıpları fiziksel olsun, idari olsun bulup, kayıp kaçakları azaltmak. Evimize gelen suda da vatandaşlara büyük görev düşüyor; su bilinci, suyu tasarruflu kullanmak, evimizde su verimli ekipmanlar kullanmak önem arz ediyor. Evden çıkan kullanılmış sularda da; kanalizasyona giden sifon suyu hariç gri su olarak adlandırdığımız suları da yeniden değerlendirerek, peyzaj sulamada ya da diğer amaçlar için kullanabiliriz. Doğal kaynaklardan aldığımız suyu geleneksel kaynaklara ek olarak alternatif kaynaklarla da sağlamayı öğrenmemiz lazım” dedi.
KENTLERİMİZ ‘SÜNGER ŞEHİR’ OLMALI
Ayrıca kentsel alanlarda asfalt, bina ve beton gibi geçirimsiz yüzeylerin çok fazla olduğunu bildiren Prof. Dr. Çapar, “Doğal bir alanda, su döngüsü içinde normalde toprağa düşen suyun infiltrasyonla yer altı suyunu besleme şansı var; ama kentsel alanlarda yağışı daha çok yüzey akışına geçiriyoruz. Yüzey akışına geçen su da çeşitli kirleticileri de taşıyor. Yer altı suyunu besleme potansiyeli düşüyor. Kentsel alanlarda yeşil alanlara önem vermeliyiz. Sünger şehir kavramı; gelen yağışı emebilen yer altı suyuyla kavuşturabilen bir yapı. Kentlerimizi tasarlarken bunlara dikkat etmemiz gerekiyor. Evdeki kullanım tasarruflu olmalı, suyun evimize gelmesinde kayıp kaçaklar azalmış olmalı, atık suyun yeniden değerlendirilmesi ya da yağmur suyu hasadıyla alternatif su kaynakları yaratılması seçenekleri gündeme hızlıca alınmalı” diye konuştu. (DHA)
sonbasin.com / DHA