Kara elmasla hayat bulan “Kandilli” eski günlerini arıyor
“Kara Elmas”la hayat bulan ve 1930-1970 yıllarında zamanının ötesinde bir görüntü sergileyen Karadeniz Ereğli’ye bağlı Kandilli’nin (Armutçuk) gün geçtikçe azalan nüfusu, yıkılan binaları ve sessizleşen sokakları, belde sakinlerini hüzünlendiriyor.
ZONGULDAK (AA) – Kandilli’nin hikayesi, Karadeniz Ereğli’nin Kestaneci köyünden Uzun Mehmet’in 1829 yılında kömürü bulmasıyla başlıyor. Beldede ilk işletme Osmanlı döneminde yabancılar tarafından kuruluyor, Cumhuriyet’in ilk yıllarında maden ocaklarının millileştirilmesiyle üretim devam ediyor.
Lojmanları, sinemaları, plajı, sosyal tesisleri ve madencilerin çocuklarının ücretsiz eğitim aldığı özel okulu ile 1930-1970 yıllarında zamanının ötesinde bir kasaba olan Kandilli, işçi sayısının 7 binlerde olduğu 1970’li yıllarda en parlak günlerini yaşıyor. Bugün işçi sayısının 600’lere düşmesiyle boşalan, lojmanları ve sosyal tesisleri metruk hale gelen, sokakları tenhalaşan Kandilli’nin bu hali çocukluğu ve gençliği o kentte geçenlerin yüreklerini sızlatıyor.
Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) Armutçuk Müessesesi’nden emekli Cihat Kalafat, AA muhabirine, çocukluğu ve gençliğinin Kandilli’de geçtiğini, uzun yıllar müessesede personel şefi ve idari amir olarak çalıştığını, sendikacı olarak da görev aldığını ve buradan 1996’da emekli olduğunu söyledi.
Uzun Mehmet’in kömürü bulduğu değirmenin Köseağzı mevkisinde olduğunu, ilk ocakların Çamlı Mahallesi’nde kurulduğunu, bölgeye ilk İtalyanların geldiğini anlatan Kalafat, döneme ilişkin şu bilgileri verdi:
“Sırplar da usta eleman olarak geliyor. Bizim köylüler de Sırpların yanında amele olarak çalışıyor. Sırplar gelirken bir grup da Boşnakları getiriyor. Onlar madende çalışmada daha ehiller, bu işi daha iyi biliyorlar. Bizim köylümüz önce madene girmek istemiyor, mükellefiyet (zorunlu çalışma) çıkarılıyor çünkü kömür o yıllarda çok önemli.”
1942’deki ilk büyük grizu faciasında 63 madenci öldü
Çamlı Mahallesi’nde kurulan bu maden ocağının 1960’lı yıllarda kapandığını belirten Kalafat, ilk büyük grizu faciasının da 1942’de yaşandığını, burada 63 madencinin yaşamını yitirdiğini ifade etti. Kalafat, o yıllarda yaşananları şöyle anlattı:
“Bunların 40’a yakını aynı köyden. O zaman aynı köyden işçiler, akrabalar bir vardiyada beraber çalışıyorlar, dayanışma samimiyet olsun, daha iyi randıman olur diye. O sistemle çalışıyorlar. Bir anda bir köyden 40 kişinin ölmesi sistemi değiştiriyor. Ondan sonra karar alıyor TTK yöneticileri, aynı köyden akrabaların aynı vardiyada çalışmaması için. Allah göstermesin öyle bir facia olduğu zaman bir köyden böyle bir katliam olmaması için sistemi değiştiriyorlar. 40’a yakını Kızılcapınar köyünün madenci şehitleri.”
“Gözlerimden yaş geliyor bunların bu halini görünce”
Kalafat, Kandilli’ye 1848’de gelen İtalyanların “Aşağı Kandilli” bölgesinde “varagel”i, lojmanları ve sosyal tesisleri inşa ettiğini söyledi. Bölgedeki bu binaların daha sonra yıkıldığını, bunlardan birinin de misafirhane olduğunu anlatan Kalafat, “16 yataklı bir misafirhanemiz vardı burada. Gayet güzeldi, doğal balkonu vardı, deniz manzarası, doğanın içinde… Üzülüyorum, gözlerimden yaş geliyor bunların bu halini görünce.” diye konuştu.
Yıkılan binalardan birinin de 1930’ların başında inşa edilen ve 1960 yılına kadar hizmet veren sinema olduğunu belirten Kalafat, “O yıllarda Zonguldak’ta bile sinema yok.” dedi.
1953’ten 1984’e kadar hizmet veren Armutçuk Özel Ortaokulu’nun metruk durumda olduğunu aktaran Kalafat, bu özel okulun madencilerin çocuklarına ücretsiz eğitim verdiğini vurguladı.
Aşağı Kandilli’de ormanın içindeki yıkık binanın eski bir kilise olduğunu dile getiren Kalafat, “1880-1890’da yapılma bir kilise var. İtalyanlar ibadetlerine düşkünler, önce kiliselerini kurmuşlar geldikleri yere.” dedi.
Varagel hem ocağa hem plaja yolcu taşıdı
Kalafat, Aşağı Kandilli bölgesinde açılan maden ocağının deniz kıyısında olduğunu ve ocaklara işçi ve malzeme nakli için 1898 yılında İtalyanların “varagel” denilen raylı sistemi kurduğunu aktardı. Varagel kelimesinin “var gel” ifadesinden türediğini ifade eden Kalafat, şunları söyledi:
“İki vagon var. Biri gidiyor, biri geliyor. 10’ar kişilik, işçi ve malzeme naklinde kullanılmış. Aşağıda ocaklar, motor garajı, tamirhane, lağvar olduğu için malzeme nakli yapılıyor. 240 metre, 33 derece demiryolu hattı. İtalyan bunu ilk yaptığı zaman millet gülmüş, korkmuş, kimse binmemiş. O da çoluk çocuğunu bindirmiş, ‘Halatı kesin.’ demiş. Şaşırmışlar, ‘Sen ne yapıyorsun?’ diye çünkü emniyet sistemi var çift halat. Biri sabit, biri gidip gelen halat. Bir şey olduğu zaman sabit halatı kavrayan bir mekanizma var. Vagon hemen duruyor. Çalıştığı yıllarda hiç kaza olmamıştır. 2000’li yıllara kadar çalıştı. TTK kapanmaya yüz tutunca ondan da vazgeçtiler. Aşağıdaki ocaklar çalışmıyor, orası Yenikuyu’ya taşındı.”
Kalafat, varagel ile inilen eskiden kömür ocaklarının olduğu bölgede bir de plaj bulunduğunu söyledi. Sol tarafta ise Türkiye’nin ilk termik santralinin yer aldığına dikkati çeken Kalafat, “Denizden burası ışıl ışıl göründüğü için, kandil yanıyor diye, Kandilli ismi o zaman verilmiş, gelen geçen motorlar, gemiler vasıtasıyla.” dedi.
“Bu harabe şehri görmek istemiyorum”
Kalafat, 1978’de Kandilli’de madende yaklaşık 7 bin işçi çalıştığını, şu anda ise bu rakamın yaklaşık 650 olduğunu vurgulayarak, şu değerlendirmeyi yaptı:
“7 bin işçi demek 7 bin maaşın her ay Ereğli’ye ve çevre köylere girmesi demekti. Ekonomik varlığımız çok yüksekti, çok geliri yüksek bir ildik ama maalesef ikinci kümeden üçüncüye düştük. Şimdi mahalli ligde top oynuyoruz.”
Kandilli’nin içinde bulunduğu duruma çok üzüldüklerini anlatan Kalafat, “Çok mücadelesini verdik gücümüz yetmedi. Bir kültür şehri olarak kalabilirdi. Biz çevremize ışık saçıyorduk. Çok üzülüyorum, ağlayasım geliyor. Onun için gelmek istemiyorum. Bu harabe şehri görmek istemiyorum. Hayalimde kalsın diyorum, çocukluğumuzda yaşadığımız yerler, güzel evler, güzel bahçeler…” dedi.
“Dünya, Atlantis diye bir ülkeyi arıyor ya biz Atlantis’i yaşayan insanlardık.” diyerek Kandilli’yi anlatan Kalafat, şöyle konuştu:
“Burası modern, her şeyiyle gelişmiş, okullarıyla, sosyal tesisleriyle, sosyal yaşamıyla Ereğli’nin imrendiği bir yerdi. Ereğli, bize gezmeye gelirdi. 1934 yılında Kandilli’de sinema varken Ereğli’de açık hava sinemaları kurulmamıştı.”
Yurt dışında eğitim alıp Kandilli’ye geldiler
Kandilli Kültür Derneği Başkanı Avukat Korhan Us, babasının madende görev yapması nedeniyle çocukluk ve gençlik yıllarının Kandilli’de geçtiğini söyledi.
Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sizi kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olarak dönünüz.” sözleri ile pek çok başarılı öğrencinin yurt dışına eğitime gönderildiğini hatırlatan Us, Kandilli’deki üst düzey personelin, daha önce yurt dışında eğitim gören kişiler olduğunu ifade etti.
Korhan Us, 1950’lere kadar yerleşim yerinin Aşağı Kandilli olduğunu, 1953’ten itibaren yerleşimin daha yukarıdaki bölgelere kaydığını dile getirerek “Aşağıdaki lojmanlar da 1985’lere kadar kullanıldı. Şu anda metruk tabii, tamamen terk edildi. Sebebi de 99 yıllığına kiralanmış olması. Orman idaresine terk edildi.” dedi.
Emekli olanlar Kandilli’yi terk etti
Yıllar içinde Kandilli’deki kömür üretiminin azaldığını, madenlerin küçülmesine karar verildiğini söyleyen Us, “7 binlerde olan personel 600-700 arasına düştü. Emekli oldukça o sayı her geçen gün daha da düşüyor. Yerine yenisi alınamıyor. Emekli olan en yakın yer olan Ereğli’ye taşındı ya da memleketine gitti. Personel azaldıkça evler boşaldı, lojmanlar terk edildi. Müessese oralara para ayıramaz oldu. O kadar çok sebebi var ki.” ifadelerini kullandı.
“Bir daha dünyaya gelsem yine burada yaşamak isterdim”
Maden işçisi Ali Arslan, Kandilli’de doğup büyüdüğünü, 52 senedir burada yaşadığını söyledi. Madende çalıştığını ifade eden Arslan, beldeye ilişkin şunları anlattı:
“Biz son dönemlerine yetiştik. Bizden önce çok daha güzel olduğunu anlatıyorlar. Burada 3 sinema vardı. Birçok ilde sinema yokken her hafta sinema izlerdik. Futbol sahamız vardı. Deniz kenarına varagelle iniliyordu önceden. Şu anda oralar atıl durumda.”
Muhabir: Fatma Can
sonbasin.com / AA